Friday, January 30, 2009

Likya kıyılarında

Kış bu uzun kumsallara, sonra kumun bittiği yerde durup yükselen kireç taşından kayalara uğrar mıydı? Kışın ortasında Likya’da bir arınmışlık eser. Kayaların yüzeyi sanki geceden yıkanmış gibi ak pakça, biraz da nemli çıkar sabaha. Dallar, yapraklar, geçen yazdan kalma çalılaşmış uzantılar hepsi de yıkanmış gibi tertemiz bir koku bırakırlar yamaçlardan aşağı. Bu denli arınmış bir koku, Akdeniz başka yerlerinde var mıdır? Suyun su, denizin deniz, dağın taş koktuğu başka bir yer olabilir mi?
Akdeniz kıyısının saklı öyküleri biraya getirilirse yağmur ve lodosun çalışmasının öyküsü çıkar ortaya aslında. Deniz Lodos’tan gelir kumu kaldırır, körfez ağızlarını kapamak ister. Ak kumlar gerilir kalırlar büklerin girişlerinde. Yağmur ise kireçtaşı kayalardan gri bir su seli olarak iner ve bükleri, körfezleri örtmeye koyulur. Lodos, Marmaris Yalancı Boğaz’ına çoktan ince bir kum engeli çekmiştir. Cennet ya da Nimara adası ile karayı bağlamaya karar verdiğinde sonuç belli olmuş, gemiciler oradan iç körfeze geçemedikleri, aldandıkları için Yalancı Boğaz demişlerdir. Köyceğiz gölü ise yağmur ve Lodos’un en büyük ürünüdür. Lamlam çayı gibi sular Sandras dağından inerek gölü beslemişler, göl şiştikçe şişmiştir. İztuzu’nda ise Lodos görevini yapmış sekiz kilometrelik bir kum kitlesini Akdeniz’in böğründen çekip alarak oraya yığmıştır. Caretta carettalar’ın sıcak yuvası kumlar, eski körfezin ağzını germiş, Kaunos kentlikten, limanlıktan bu yüzden vazgeçmiştir. Köyceğiz gölü ile İztuzu arasında ise sazlıklar karalaşma sürecine girerek dünyanın en güzel sulak alanlarından birini yaratmaya koyulmuşlardır. Son 2 bin yıla sığmış bu öykünün başka örnekleri de vardır bilinen. Örnekse; eski adı Pegasus gölü olan Selçuk yakınlarındaki Belevi, tıpkı Köyceğiz-Dalyan gibidir günümüzden 2 bin yıl önce. Bir göl ve denizden gölü ayıran azmak, zaman içinde karalaşarak yokolmuştur. Gölün tümüyle gitmesine Cumhuriyet’in ilk yıllarında nüfusu artırma girişimlerinin sonucu olan, sıtma ile savaş düşüncesi yardımcı olmuş; açılan kanal ile Belevi gölü ortadan kalkmıştır. Bu öykünün, Köyceğiz-Dalyan öyküsünün bir benzeri, az kalsın İzmir’in de başına gelmek üzere iken engellenmiştir. Şimdi adı bile bilinmeyen Menemen İskelesi ya da Papaz İskelesi diye bilenen yerden eğer Gediz ırmağı akışını sürdürseydi 19. yüzyılın sonunda İzmir körfezi kapanarak bir iç denize dönüşecekti. Körfezin kapandığı nokta ise, yani İnciraltı, Çamlaraltı tuzlası, Narlıdere kıyısı azmaklaşarak Dalyan sulak alanı gibi bir başkalaşım yaşayacaktı. Osmanlı yöneticilerinin akıllı tutumu ile 19. yüzyılın ikinci yarısında Gediz ırmağının Foça altına yönlendirilmesi ile bu felaket önlenmiştir; İzmir limanının işlekliği kurtarılmıştır.
Likya’ya geri dönersek Köyceğiz-Dalyan oluşumunun benzeri coğrafyalara yeniden bakarsak.. Ölüdeniz yağmur değil yalnızca Lodos’un işidir. Lodos, adı benzer Rodos yönünden gelip, Akdeniz’in tüm taneciklerini kaldırarak buraya yığmış ve bir bükü hapsetmiş. Bu hapisliğin arkasında ılıman bir su var. Eğer dağlar yağmura ayak uydurup toprak gönderseydi arkadaki gölcük çoktan dolmuş olurdu. Lodos’un güçlü biçimde kum göndermesi Ölüdeniz’in arkasındaki dağ yamaçlarında da birikimlere neden olmuş. Yamaç yukarı tırmanmak isteyen kumlar keçiboynuzu ağaçlarının dallarına takılıp düşmüşler kayalıklarda..
Fethiye’den doğuda Eşen çay vadisi büyük bir havza. Akdağlar’dan, Babadağ’dan ve öteki yükseltilerden derlenen sular vadinin tabanını oyarak gidiyor denize. Bu süreç 10-15 bin yıldır böyle. Doğu kesimde eski çağda Titanis Petra yani dev kaya denen bir kapızdan çıkan suların fışkırması ise günümüzde gezginlerin eğlencesi olmuş Saklıkent adıyla. Eşen çay öylesine eşen bir çay ki, Ksanthos kayalığını güvenli bir yükselti biçiminde bırakmış. Likya’nın başkentinin önündeki akışından artakalan bir köprünün temelleri bu kış açığa çıkmış. Bir de gelinin birini, talihsiz bir gelini alıp gitmesin mi! Türküdeki lanetli çay “Kaynıyası çay” Eşen ırmağı; “Nerelere kodun gelini?”.. Likya’nın kalbi Ksanthos ve kutsal alanı Letoon’un ötesindeki ova naylon ve cam örtüsü altında pek algılanamasa da Köyceğiz-Dalyan öyküsününü bir başkasını saklıyor. Patara’ya ulaşanlar orada eski bir limanın azmaklaşmış görüntüsünü kolaylıkla seçebilirler. Tiyatronun üstündeki tepede kazılan deniz feneri kalıntıları da limanın varlığının kanıtıdır. Dahası limanın batı kıyısında Roma imparatoru Hadrianus’un dev antreposu, buğday derlemek üzere yapılmış, önündeki rıhtımı ile gemilere kolaylıkla yük vermekte imiş. Yerli halka Ovagelemiş neresi diye sorarsanız, Patara kayalıklarına girmeden önce, Kınık ovasının doğu yarısını kaplayan bataklık bir alanı gösterirler. Burası yağmur, sel, su ve toprak nedeniyle çoktan karalaşmış eski bir körfezdir. Karalaşma sürecini tamamlamış, içindeki sazlıkları ile hala varlığını duyuran bir alandır. Kış yaşantısı içinde sazları yakmak tutkusu da insanımızın tuhaf bir davranışı değil mi? Bu kış gereksiz yere Ovagelemiş’in sazlarını yaktılar. Şimdi yağmurun işini Ovagelemiş’te gördükten sonra Lodos’un işini görmek üzere Patara’dan öteye geçelim. Patara kıyısı, 15 kilometrelik bir kumsal. Burada Lodos’un nedenli iş başardığını sözler anlatmaya yetmez. Bir körfez ortadan kalkmış, ağzı kumdan bir gerdanlıkla mühürlenmiş. Eşen çay dağlardan getireceğini getirip Kınık ovasını doldurmuş.
Daha ötelerde küçük Lodos işlerinden biri Kaş yolundaki Kapukaya kumsalı. Daha da doğuda Andriake ya da Çayağzı kıyısında, yani Üçağızların Doğu ucuna da kumlar var yığılıp kalmış. Kış yağmurlarıyla hüküm sürerken, güneş Akdeniz’de gezisini Libya’dan yanaseçmiş gözüküyor. Eski Thetis okyanusunun tabanında birikmiş, sonra da Afrika kıtasının itmesiyle Anadolu’nun üstüne tırmanmaya başlamış Toros dağ oluşumu coğrafyası, çetrefil, girintili-çıkıntılı kıyılarında bu öyküleri saklıyor.